top of page

Kaygı Bozuklukları (Anksiyete)

Panik Bozukluğu

Bayan S., 25 yaşında bir öğrenci olup, acil serviste gerçekleştirilen psikiyatrik değerlendirmenin ardından büyük bir üniversitenin medikal servisine yönlendirilmiştir. Son üç hafta içinde aynı acil servise üç kez psikiyatrik değerlendirme için başvurmuştur. İlk başvurusunun nedeni, voleybol takımına katılmak için deneme yaptığı sırada aniden ortaya çıkan şiddetli nefes darlığı ve korku olmuştur. Bu belirtilere ek olarak çarpıntı, boğulma hissi, terleme, titreme ve yoğun bir kaçma dürtüsü yaşamıştır. Kalp krizi geçirdiğini düşünerek acil servise gitmiş, burada EKG ve rutin kan testlerini içeren kapsamlı bir tıbbi değerlendirmeden geçirilmiştir. Ancak, bu incelemeler sonucunda herhangi bir kardiyovasküler, pulmoner ya da diğer sağlık sorununa rastlanmamıştır. Kendisine yerel bir psikiyatristin numarası verilmiş, ancak bu olayın tekrarlanmayacağını düşündüğü için iletişime geçmemiştir.

 

Ancak, benzer iki olay daha yaşamıştır. Bunlardan biri arkadaşını ziyaret ederken, diğeri ise uykuda meydana gelmiştir. Her iki durumda da yaşadığı ani ve şiddetli belirtiler nedeniyle derhal acil servise gitmiş, yine detaylı tıbbi incelemeler yapılmış ancak herhangi bir hastalık belirtisi saptanmamıştır.

 

Panik bozukluğu, antik çağlardan beri bilinen bir rahatsızlık olmasına rağmen, ancak 1980 yılında ayrı bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanmıştır. Bu bozukluk, bireyler, aileler, toplum ve sağlık sistemi üzerinde ciddi sosyal ve sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Panik bozukluğu, nefes almada güçlük, çarpıntı, baş dönmesi, titreme, ölüm ya da çıldırma korkusu gibi fiziksel ve bilişsel belirtilerin ön planda olduğu, tekrar eden ve beklenmedik panik ataklarıyla karakterize edilen yaygın bir hastalıktır. Ancak, panik atakları sadece panik bozukluğuna özgü değildir; birçok anksiyete bozukluğu ve diğer ruhsal hastalıkların seyri sırasında da ortaya çıkabilmektedir.

 

Panik bozukluğundaki panik ataklarının ayırt edici özelliği, “kendiliğinden ve beklenmedik” şekilde ortaya çıkmalarıdır. Panik atakları, kişiyi “beklenti anksiyetesi” olarak adlandırılan bir duruma sokarak, bir sonraki atağın ne zaman geleceğine dair yoğun bir endişeye neden olmaktadır. Ayrıca, panik atakların ikincil bir sonucu olarak ortaya çıkan ve hastalığın yeti yitimine yol açan “agorafobik kaçınma” davranışları da bozukluğun belirgin özelliklerinden biridir.

 

Panik Bozukluğunun Yaygınlığı ve Risk Faktörleri

 

Toplumda her on kişiden biri hayatının bir döneminde en az bir kez panik atağı yaşamaktadır. Ancak, tekrarlayan panik ataklarının görülme oranı yaklaşık %7 civarındadır. Panik bozukluğu tanısı alan bireylerin oranı ise daha düşüktür ve %1,5 ile %3,8 arasında değişmektedir.

 

Cinsiyet Dağılımı: Panik bozukluğu kadınlarda erkeklere kıyasla daha sık görülmektedir. Kadın/erkek oranı yaklaşık 2/1 olarak belirlenmiştir. Özellikle şiddetli agorafobi, kadınlarda daha yaygın bir durumdur.

 

Başlangıç Yaşı: Panik bozukluğu her yaşta başlayabilmesine rağmen, genellikle geç ergenlik ile otuzlu yaşların ortaları arasında ortaya çıkmaktadır. Tedaviye başvuran hastaların yaş aralığı ise genellikle 25 ile 45 arasındadır.

 

Hastalığın Seyri ve Gelişimi

 

Panik bozukluğu hastalarının yaklaşık %70’i, ilk panik ataklarını yaşamadan önce stres yaratan yaşam olayları tanımlamaktadır. Bu olaylar genellikle önemli kişilerden ayrılma, kişiler arası çatışmalar ya da kişisel sağlık sorunları gibi durumlardır. Panik bozukluğu genellikle dalgalanmalar gösteren, kronik bir hastalıktır. İlk olarak panik ataklarıyla kendini gösteren bozukluk, zamanla beklenti anksiyetesi ve fobik kaçınma davranışlarının eklenmesiyle ilerlemektedir.

 

Hastaların çoğunda tam panik ataklarının sıklığı zamanla azalma eğilimi gösterir ya da tamamen ortadan kaybolur. Ancak, sınırlı belirtili ataklar uzun yıllar boyunca devam edebilir. Bu kalıntı belirtiler, düşük şiddette olmalarına rağmen bireyin yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir ve yeti yitimine neden olabilir. Hastaların büyük bir bölümü ilk iki yıl içinde kısmi ya da tam iyileşme sürecine girer. Ancak, panik bozukluğu agorafobi ile birlikte seyrederse, hastalığın seyri daha olumsuz bir hale gelmektedir.

 

Cinsiyete bağlı olarak hastalığın seyri farklılık gösterebilmektedir. Kadın hastalarda, hastalığın başlangıcında daha fazla belirti, daha yüksek agorafobi oranı ve ek psikiyatrik rahatsızlıkların görülmesi gibi durumlar, kadınlarda yeti yitiminin daha fazla olmasına neden olmakta ve hastalığın erkeklere kıyasla daha ağır seyretmesine yol açmaktadır.

 

Panik Ataklarının Özellikleri

 

Panik atağı, aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan, şiddetli bir kaygı atağıdır. Bu ataklar sırasında birey yoğun bir huzursuzluk ve anksiyete yaşamakta olup, nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, terleme gibi güçlü fiziksel belirtiler gözlemlenmektedir. Ayrıca, kişinin düşünme, plan yapma ve mantıklı karar verme yetenekleri geçici olarak kaybolabilir ve birey bulunduğu ortamdan hızla uzaklaşma isteği duyabilir.

 

Belirtiler, otonom sinir sistemi (çarpıntı, terleme), solunum sistemi (nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi) ve merkezi sinir sistemi (baş dönmesi, gerçek dışılık hissi) gibi çeşitli fizyolojik mekanizmalardan kaynaklanabilir. Panik ataklarının bir kısmı hiperventilasyona (aşırı soluma) bağlı olarak gelişmektedir. Hiperventilasyon, anksiyeteyi telafi etmek amacıyla ortaya çıkmakta ancak ek bedensel belirtilere yol açarak durumu daha da şiddetlendirmektedir.

 

Panik atağı yaşayan bireyler genellikle belirtilerini kalp krizi geçirme, felç olma, bayılma, kontrolünü kaybetme ya da delirme olarak yorumlar. Bu tür düşünceler, kişinin öznel huzursuzluğunu artırarak mevcut kaygıyı daha da yükseltmektedir. Panik atağı genellikle hızla başlar, ilk 2-10 dakika içinde doruk noktasına ulaşır ve çoğu zaman 10-30 dakika içinde sona erer. Nadir durumlarda saatlerce sürebilmektedir.

 

Panik atakları her durumda, hatta uykuda bile meydana gelebilir. Bazı hastalar haftada bir veya iki kez panik atağı yaşarken, bazıları her gün birçok kez atak geçirebilir. Panik ataklarının şiddeti nedeniyle hastalar genellikle acil servislere başvurmakta ve öncelikle kardiyoloji ya da nöroloji kliniklerine yönlendirilmektedir.

 

Panik Atağı DSM-5 Tanı Kriterleri;

  • Çarpıntı, kalbin küt küt atması ya da kalp hızının artması.

  • Terleme

  • Titreme ya da sarsılma

  • Soluğun daraldığı ya da boğuluyor gibi olma duyumu.

  • Soluğun tıkandığı duyumu

  • Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma

  • Bulantı ya da karın ağrısı

  • Baş dönmesi, ayakta duramama, sersemlik ya da bayılacak gibi olma durumu

  • Titreme, üşüme, ürperme ya da ateş basması duyumu

  • Uyuşmalar (duyumsuzluk ya da karıncalanma duyumları)

  • Gerçekdışılık (‘derealizasyon’, gerçek dışı olma duyumu) ya da kendine yabancılaşma (‘depersonalizasyon’, kendinden kopma duyumu).

  • Denetimin yitirme ya da ‘çıldırma’ korkusu.

  • Ölüm korkusu.

Gece Gelen Panik Ataklar

Gece panik atakları, herhangi bir tetikleyici olmaksızın uykudan aniden, yoğun bir korku ve fizyolojik uyarılma haliyle uyanma şeklinde kendini gösterir. Bu durum yalnızca panik bozukluğu olan bireylerde değil, aynı zamanda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) yaşayan kişilerde de gözlemlenebilir. Gece panik atakları genellikle uykuya daldıktan sonraki ilk 1-4 saat içerisinde meydana gelir ve birçok hasta tarafından gündüz yaşanan ataklardan daha şiddetli ve belirti açısından daha yoğun olarak tanımlanır.

 

Bu tür panik ataklarının süresi ortalama 25 dakika civarındadır ve gecede bir kez görülmesi tipiktir. Gece ataklarını sık yaşayan hastalar genellikle uykusuzluk problemi yaşar, uyumaktan çekinir ve hatta uykudan korkar hale gelebilirler. Bunun sonucunda bazı hastalar, gece uykusundan kaçınarak gündüz uyumayı tercih edebilirler. Ancak, uyku yoksunluğu da yeni gece panik ataklarını tetikleyebileceğinden, bu durum bir kısır döngüye dönüşebilir.

Beklenti Anksiyetesi

İlk panik atağının ardından veya atakların sıklığının artmasıyla birlikte, bireyler bir sonraki atağın ne zaman gerçekleşeceği konusunda yoğun bir korku ve kaygı yaşamaya başlarlar. Bu duruma “beklenti anksiyetesi” denir. Beklenti anksiyetesi üç temel bileşene sahiptir:

 

1.    Panik atak geçirme olasılığına ilişkin yoğun ve huzursuz edici düşünceler

2.    Yeni bir panik atağının yaşanacağı ve bunun tehlikeli olacağı inancı

3.    Sürekli bir korku hali ve korkuya bağlı bedensel duyumlardan kaçınma eğilimi

 

Beklenti anksiyetesi yaşayan bireyler, çevrelerini ve bedenlerini sürekli olarak gözlemleyerek, panik atağını tetikleyebilecek herhangi bir ipucu aramaya çalışırlar. Kalp atış hızları, solunumları ve bedensel belirtilerine karşı aşırı hassas hale gelirler. Kendi kendilerine şu soruları sorabilirler:

 

•    Solunumum ne zaman hızlanıyor?

•    Kalp atışlarım hangi durumlarda artıyor?

•    Efor sarf edersem ne olur?

•    Hangi ortamlarda belirtiler daha sık ortaya çıkıyor?

•    Bulunduğum yerin en yakın sağlık kuruluşuna nasıl ulaşabilirim?

 

Bu sürekli tetikte olma hali, bireylerin durumsal panik ataklar yaşamasına, agorafobik kaçınma davranışları geliştirmesine ve sağlık anksiyetesinin artmasına neden olmaktadır.

Agorafobi

Spontan panik ataklarının neden olduğu tehdit ve tehlike algısı, bireyleri kaçınma davranışları geliştirmeye iter. Panik atak geçirme korkusuyla, hastalar anksiyeteyi tetikleyebilecek durum, yer veya olaylardan uzak durmaya çalışırlar. Kaçınma davranışları, bireyin sosyal ve mesleki yaşamını olumsuz etkileyebilir ve zamanla daha kapsamlı bir hale gelebilir.

 

Bazı durumlarda, kaçınma davranışları aşırı derecede şiddetlenebilir ve birey, kaçındığı bir ortama veya duruma girmeye zorlandığında panik atağı yaşayabilir. “Fobik kaçınma” ve “güvenlik arama davranışları”, anksiyeteyi geçici olarak hafifletse de, uzun vadede panik bozukluğunu sürdüren faktörler haline gelir. Hatta bu tür kaçınma davranışları, zamanla yeni belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

 

Araştırmalar, panik bozukluğu hastalarının %26’sında ilk panik atağından sonraki ilk bir hafta içinde, %40’ında ise altı ay içerisinde agorafobi geliştiğini göstermektedir. Ayrıca, anksiyete duyarlılığının şiddetli olması ve kontrolü kaybetme korkusunun yüksek olması, agorafobi gelişme riskini artırmaktadır.

Anksiyete Duyarlılığı

Anksiyete duyarlılığı, bireyin anksiyete belirtilerine karşı aşırı duyarlılık göstermesi ve bu belirtilerden korkması olarak tanımlanmaktadır. Bu durum, kişinin doğuştan sahip olduğu ve süreklilik gösteren bir “temel korku” biçimi olarak kavramsallaştırılmıştır.

 

Anksiyete duyarlılığının genetik ve ailesel faktörlere bağlı olabileceği gibi, çocukluk döneminde maruz kalınan tehdit edici ve düşmanca ebeveyn davranışları ile de ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Araştırmalar, yüksek anksiyete duyarlılığının panik bozukluğu ve agorafobi gelişimi açısından önemli bir bilişsel risk faktörü olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu duyarlılığın panik ve agorafobi belirtilerinin devam etmesine özgül bir rol oynadığı da belirlenmiştir.

Sağlık Anksiyetesi

Panik ataklar sırasında ortaya çıkan şiddetli bedensel belirtiler, bireyler tarafından ciddi bir sağlık sorunu olarak algılanabilir. Kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, baş dönmesi gibi belirtiler, kişinin kalp krizi geçirdiği, felç olacağı veya bayılacağı şeklinde yorumlanabilir. Bu tür düşünceler, bireyde sağlıkla ilgili yoğun bir endişe oluşturur ve “sağlık anksiyetesi” olarak adlandırılır.

 

Sağlık anksiyetesi, bireyin kendi sağlığı hakkında sürekli kaygılı olmasına ve sağlık durumunu kontrol etme ihtiyacı duymasına neden olabilir. Bu tür bireyler sık sık hastaneye başvurabilir, gereksiz tıbbi testler yaptırabilir ve çeşitli doktorlara danışarak bir teşhis arayışına girebilirler.

 

Tedavi

 

Panik bozukluğu tedavisinde en etkili yöntemlerden biri, yeni nesil antidepresan ilaçlar ile bilişsel davranışçı terapi (BDT) tekniklerinin birlikte uygulanmasıdır.

 

•Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Hastaların panik ataklarını ve anksiyete belirtilerini nasıl yorumladıklarını anlamalarına yardımcı olur. BDT, panik bozukluğu olan bireylerin yanlış inançlarını sorgulamalarını, kaçınma davranışlarını azaltmalarını ve başa çıkma stratejileri geliştirmelerini sağlar.

 

•İlaç Tedavisi: Yeni nesil antidepresanlar, panik bozukluğunun tedavisinde yaygın olarak kullanılan ilaçlardır. Serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI), panik belirtilerini hafifletmede etkili bulunmuştur.

 

Bilişsel davranışçı terapi ve ilaç tedavisinin birlikte uygulanması, panik bozukluğu tedavisinde oldukça başarılı sonuçlar elde edilmesini sağlamaktadır. Tedavi sürecinde bireylerin düzenli olarak terapiye katılması, ilaçlarını doktor gözetiminde kullanması ve yaşam tarzlarında olumlu değişiklikler yapması, iyileşme sürecini destekleyen önemli faktörler arasındadır.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)

Bayan S., bir hukuk bürosunda çalışan başarılı bir sekreterdir. Uzun süredir sosyal ortamlarda kendisini rahatsız hissetmesine rağmen, bu durumun sosyal hayatını ve iş performansını olumsuz etkilemeye başladığını fark ettiğinde tedaviye başvurmaya karar vermiştir. Yeni insanlarla tanıştığında giderek daha fazla sinirlendiğini ve gerginlik hissettiğini belirtmiştir. Örneğin, hukuk bürosuna yeni bir eleman geldiğinde, onunla tanışırken aşırı heyecanlandığını, terlediğini ve kalbinin hızla çarptığını fark etmiştir. Bu esnada, aptalca bir şey söyleyeceği, insanların ona güleceği ya da sosyal bir hata yapacağı düşüncesi aniden zihninde belirmiştir. Sosyal ortamlarda yaşadığı bu tür düşünceler ve hisler, onu toplantılardan ayrılmaya ya da davetleri reddetmeye yöneltmiştir.

 

Uzun yıllar boyunca, bazı klinisyenler sosyal anksiyete bozukluğunu sadece bir kişilik özelliği veya aşırı utangaçlık olarak değerlendirmiş, bazıları ise bunu bir kişilik bozukluğu kategorisinde ele almıştır. Bu farklı yaklaşımlar, sosyal anksiyete bozukluğunun uzun süre göz ardı edilmesine yol açmıştır.

 

Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireylerin toplumsal ortamlarda yaşadığı duyguları anlamak için şu benzetme yapılabilir: “Bir an için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi, içeride arkadaşlarınızı ve meslektaşlarınızı gördüğünüzü hayal edin. Ancak yere baktığınızda üzerinizde hiçbir giysi olmadığını fark ediyorsunuz.” Sosyal anksiyetesi olan bireyler de benzer bir şekilde, kendilerini büyük bir utanç içinde hisseder, ortamdan kaçıp uzaklaşmak ister, sanki ölecekmiş gibi bir duyguya kapılır ve o anı bir daha hatırlamak bile istemezler.

 

Bu bireyler, genel bir ortamda yemek yemek, telefonla konuşmak, ortak kullanılan tuvaletleri kullanmak ya da başkalarının yanında isimlerini yazmak ve imza atmak gibi günlük aktivitelerde bile yoğun utanç ve aşağılanmışlık hissi yaşarlar. Sosyal anksiyete bozukluğu, bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği sosyal ortamlarda mahcup olacağı veya küçük düşeceği konusunda belirgin ve sürekli bir korku duymasıyla karakterizedir.

 

Bu kişiler, sosyal etkileşim gerektiren ya da bir eylemi başkalarının önünde gerçekleştirmeleri gereken durumlara karşı yoğun bir kaygı duyar ve bu tür durumlardan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendilerini kaygılı, zayıf, dengesiz ya da yetersiz olarak değerlendireceğinden endişe duyarlar. Özellikle, ellerinin ya da seslerinin titrediğinin fark edilmesinden korkarak toplum önünde konuşmaktan kaçınabilirler. Aynı şekilde, düzgün konuşamıyor gibi görünme endişesi nedeniyle başkalarıyla sohbet etmekten çekinebilirler.

 

Başkalarının ellerinin sallandığını fark etmesinden utanç duyacakları için, diğer insanların yanında yemek yemekten, bir şeyler içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler. Bu durum, kişinin sosyal yaşamını ve mesleki performansını ciddi şekilde etkileyebilir, hatta zamanla daha geniş kapsamlı kaçınma davranışlarına neden olarak bireyin yaşam kalitesini düşürebilir.

 

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi) DSM-5 Tanı Kriterleri;

 

  1. Kişinin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması. Örnekleri arasında toplumsal etkileşimler (örn. karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (örn. yemek yerden ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (örn. bir konuşma yapma) vardır.

  2. Kişi olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkar (küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde; başkalarınca dışlanacağı ya da başkalarının kırılmasına yol açacak bir biçimde).

  3. Söz konusu toplumsal durumlar, neredeyse her zaman, korku ya da kaygı doğurur.

  4. Söz konusu toplumsal durumlardan kaçınılır ya da yoğun bir korku ya da kaygı ile bunlara katlanılır.

  5. Duyulan korku ya da kaygı, söz konusu toplumsal ortamda çekinilecek duruma göre ve toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır.

  6. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur, altı ay ya da daha uzun sürer.

  7. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.

  8. Korku, kaygı ya da kaçınma, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.

 

  • Korku, kaygı ya da kaçınma panik bozukluğu, beden algısı bozukluğu ya da otizm açılımı kapsamında bozukluk gibi başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

 

Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa (örn. parkinson hastalığı, şişmanlık, yanık ya da yaralanmadan kaynaklanan biçimsel bozukluk), korku, kaygı ya da kaçınma bu durumla açıkça ilişkisizdir ya da aşırı bir düzeydedir.

 

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) olan bireyler, yaşadıkları korkuların mantıksız veya aşırı olduğunu bilirler. Ancak, eğer korku gerçekten tehlikeli ya da anlamlı bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu durumda SAB tanısı konulamaz. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, kaygı duydukları sosyal ortamlardan genellikle kaçınırlar. Bununla birlikte, yaklaşmakta olan bir toplumsal olay veya başkalarının da katılımının söz konusu olduğu bir durum karşısında, haftalar öncesinden belirgin bir beklenti anksiyetesi geliştirebilirler. Örneğin, bir toplantıya ya da sosyal bir etkinliğe katılmadan haftalar önce sürekli olarak kaygı duymaya başlayabilirler.

 

SAB’ye sıklıkla eşlik eden bazı özellikler vardır. Bu bireyler, eleştirilme, olumsuz değerlendirilme ya da reddedilme konusunda aşırı hassasiyet gösterirler. Aynı zamanda, kendi haklarını savunmada zorluk yaşarlar ve benlik saygıları düşük olabilir. Aşağılık duyguları geliştirme eğiliminde olup, kendilerini yetersiz ve başarısız hissedebilirler.

 

SAB’si olan bireyler, yalnızca sosyal ortamlarda değil, aynı zamanda dolaylı değerlendirmelerin yapıldığı sınavlar gibi durumlarda da yoğun bir korku yaşarlar. Bir topluluk önünde konuşmaları gerektiğinde veya iş yerinde üstleri ya da meslektaşlarıyla iletişim kurarken kaygılanabilirler. Bu yoğun kaygı, iş hayatlarında yeterli başarı göstermelerini zorlaştırabilir. Ayrıca, karşı cinsle ilişkilerde yaşadıkları kaygı nedeniyle, çoğu zaman romantik ilişkiler kurmakta zorluk çekerler ve bu durum evlenmeme eğilimlerini artırabilir.

 

Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, korktukları durumlarla karşı karşıya kaldıklarında panik atağı benzeri belirtiler yaşayabilirler. Ancak, SAB ile panik bozukluğu arasında bazı farklar bulunmaktadır. Panik bozukluğu olan bireylerde genellikle çarpıntı ve göğüste sıkışma hissi ön plandayken, SAB’si olan bireylerde daha çok terleme, yüz kızarması ve ağız kuruluğu gibi belirtiler görülmektedir. Bu farklılıklar, tanının doğru bir şekilde konulmasına yardımcı olmaktadır.

 

Sosyal fobide görülen tipik korkular;

  • Sosyal                                                         

  • Performans

  • Yabancılarla karşılaşma                            

  • Toplum önünde konuşma

  • Otoriteyle karşılaşma                                  

  • Başkaları tarafından izlenirken yazma

  • Toplum içinde yeme-içme                           

  • Toplum önünde müzik aleti çalma veya rol yapma

  • Küçük gruba katılma             

  • Gruba rapor sunma

  • Partiye girme                                               

  • Aynı düşüncede olmadığını söyleme

  • Test edilme  

 

Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar;

 

  • Toplum içinde telefonla konuşma

  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma

  • Toplum içinde yemek yeme/bir şeyler içme

  • Yetkili biri ile konuşma

  • Dinleyiciler önünde konuşma/rol yapma

  • Partiye girme

  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma/yazma

  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme/yüz yüze konuşma

  • Yabancılarla karşılaşma

  • Genel tuvaletleri kullanma

  • Birilerinin oturduğu odaya girme

  • İlgi odağı olma

  • Bir toplantıda hazırlıksız konuşma yapma

  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma

  • İyi tanımadığı birine onaylanmadığını/aynı düşüncede olmadığını ifade etme

  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma

  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla birini tavlamaya çalışma

  • Alınan bir malın parasını geri almak üzere iade etme

  • Parti verme

  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma

 

Sosyal Fobi ve Bilişsel Model

 

Sosyal fobi neden yıllarca devam eder? Onu sürdüren mekanizmalar nelerdir? Belirtilerin ortaya çıkması hangi düşüncelerle ilişkilidir? Bu sorulara yanıt bulabilmek için, sosyal fobisi olan bireylerin sosyal ortamlara girdiklerinde zihinlerinde oluşan olumsuz inançları anlamak gerekmektedir.

 

Bilişsel modele göre, sosyal fobinin en temel özelliği, bireyin çevresinde olumlu bir izlenim bırakma konusunda güçlü bir istek duyması, ancak bunu gerçekleştirme yeteneği konusunda belirgin bir güvensizlik hissetmesidir. Sosyal fobisi olan kişiler, başkalarının önünde uygunsuz veya yetersiz bir şekilde davranacaklarından korkar ve bunun sonucunda reddedilecekleri, statü kaybedecekleri veya kendileri için önemli olan hedeflere ulaşamayacaklarını düşünürler. Sosyal fobisi olan bireylerde yaygın olarak kendini değersiz görme, diğer insanları eleştirel ve hayal kırıklığı yaratıcı olarak algılama, beklenti anksiyetesi yaratan olumsuz düşünceler geliştirme, başkaları tarafından gözlenmeye karşı aşırı duyarlılık ve korku, kaçmanın zor olduğu sosyal ortamlardan çekinme gibi bilişsel süreçler gözlemlenmektedir. Ayrıca, yüz kızarması, titreme gibi bedensel belirtilerine karşı aşırı farkındalık geliştirmekte ve bu belirtilerin başkaları tarafından fark edileceğinden dolayı yoğun bir endişe duymaktadırlar.

 

Sosyal fobi ile ilişkili olarak ortaya çıkan en büyük iki sorun, başkaları tarafından olumsuz değerlendirilme korkusu ve kişinin tüm dikkatini kendi içsel süreçlerine odaklamasıdır. Sosyal fobisi olan bireylerde genellikle kendine odaklanmış bir dikkat eğilimi vardır. Başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceklerini düşündüklerinde, iç gözlem yapmaya başlarlar ve tüm dikkatlerini bu konuya yönlendirirler. Kendi beden tepkilerini izlemeye ve kendilerini nasıl göründükleriyle ilgili değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bu dikkat odağının artması, kaygının da yükselmesine neden olur ve bireyin içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirmesini engeller.

 

Sosyal fobide bireylerin sahip olduğu bazı işlevsel olmayan inançlar, bu kaygıyı daha da pekiştirmektedir. Bunların başında yüksek standartlı sosyal performans beklentisi gelir. Sosyal fobisi olan bireyler, herkesin beğenisini kazanmak, hiçbir zayıflık belirtisi göstermemek ve sürekli olarak zarif ve akıllı görünmek zorunda olduklarına inanırlar. Bu tür yüksek beklentiler, kişinin sürekli olarak kendisini baskı altında hissetmesine ve anksiyetesinin artmasına neden olur. Bunun yanı sıra, sosyal değerlendirme ile ilgili yanlış inançlar da yaygındır. Sosyal fobisi olan bireyler, hata yaparlarsa başkalarının onları kınayacağını, insanlarla iyi anlaşamazlarsa aptal oldukları düşünüleceğini ve eğer sevilmezlerse bunun kendi değersizliklerinden kaynaklanacağını düşünürler. Kendileri hakkında geliştirdikleri bu olumsuz inançlar, sosyal kaygıyı artırarak kaçınma davranışlarının pekişmesine yol açar.

 

Sosyal fobisi olan bireylerin, depresif hastalar gibi kendilik değerleri konusunda olumsuz inançlara sahip oldukları görülmektedir. Ancak, depresyon hastalarından farklı olarak, yalnız kaldıklarında bu inançlar ortadan kalkabilir veya belirgin şekilde azalabilir. Sosyal ortamlarda kendilerini yetersiz, garip, başarısız ve çekici olmayan bireyler olarak gören bu kişiler, yalnızken veya güvendikleri insanlarla birlikteyken bu olumsuz düşünceleri taşımamaktadırlar. Eğer yalnız bir adada yaşasalardı, değersiz ve yetersiz bir insan olduklarını düşünmeyeceklerini ifade eden bireylerin büyük bir kısmı, sosyal ortamda bulunmanın olumsuz düşüncelerini tetiklediğini belirtmektedir.

 

Bilişsel modele göre, sosyal fobisi olan bireyler, başkalarının kendileriyle ilgili düşüncelerini çarpıtarak olumsuz yönde değerlendirme eğilimindedir. Kendi sosyal becerilerini küçümser, diğer insanlardan gelen olağan geri bildirimleri olduğundan daha olumsuz yorumlar ve olumsuz sosyal deneyimleri hafızalarında daha fazla tutarlar. Bu durum, sosyal korkuların ve kaçınma davranışlarının artmasına yol açan bir kısır döngü yaratır. Sosyal ortamlara girmekten korktukları için, anksiyete belirtileri gösterirler. Bu belirtiler, performanslarını olumsuz etkileyerek başarısız olduklarına dair inançlarını pekiştirir ve sonuç olarak sosyal ortamlardan daha fazla kaçınmalarına neden olur. Bu süreç, bir süre sonra sosyal becerilerin azalmasına ve sosyal fobinin kalıcı hale gelmesine yol açar.

 

Sosyal fobi yaşayan bireyler, performans gerektiren sosyal durumlarda yoğun kaygı yaşadıklarından dolayı dikkatlerini konuya odaklamak yerine, kendileri hakkında olumsuz düşünceler üretmeye başlarlar. Örneğin, toplum içinde konuşma yapmaları gerektiğinde, “Yetersiz miyim? Rezil olacak mıyım?” gibi düşüncelerle zihinsel mücadeleye girerler. Bu, kişinin asıl konuya odaklanmasını zorlaştırır ve performansını düşürür. Performans anksiyetesi, bazı insanlarda sosyal performansı artırıcı bir etkiye sahipken, sosyal fobisi olan bireylerde bu durum tam tersidir ve performansın bozulmasına yol açar.

 

Sosyal fobinin tedavisinde bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve yeni nesil antidepresanlar oldukça etkili sonuçlar vermektedir. Bilişsel davranışçı terapi, bireylerin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmelerine ve bunları değiştirmelerine yardımcı olarak kaygıyı azaltmayı amaçlar. Bireyin sosyal becerilerini geliştirmesi, kaçınma davranışlarını azaltması ve başkalarının kendisi hakkında düşündüklerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi sağlanır. Aynı zamanda, sosyal ortamlarda rahat hissetmelerini destekleyici bilişsel yeniden yapılandırma teknikleri uygulanır. İlaç tedavisinde ise, serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) gibi yeni nesil antidepresanlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar, sosyal fobi belirtilerini hafifletmekte ve bireyin tedavi sürecinde daha hızlı ilerleme kaydetmesine yardımcı olmaktadır.

 

Bayan S., bir hukuk bürosunda çalışan başarılı bir sekreterdir. Uzun süredir sosyal ortamlarda kendisini rahatsız hissetmesine rağmen, bu durumun sosyal hayatını ve iş performansını olumsuz etkilemeye başladığını fark ettiğinde tedaviye başvurmaya karar vermiştir. Yeni insanlarla tanıştığında giderek daha fazla sinirlendiğini ve gerginlik hissettiğini belirtmiştir. Örneğin, hukuk bürosuna yeni bir eleman geldiğinde, onunla tanışırken aşırı heyecanlandığını, terlediğini ve kalbinin hızla çarptığını fark etmiştir. Bu esnada, aptalca bir şey söyleyeceği, insanların ona güleceği ya da sosyal bir hata yapacağı düşüncesi aniden zihninde belirmiştir. Sosyal ortamlarda yaşadığı bu tür düşünceler ve hisler, onu toplantılardan ayrılmaya ya da davetleri reddetmeye yöneltmiştir.

 

Uzun yıllar boyunca, bazı klinisyenler sosyal anksiyete bozukluğunu sadece bir kişilik özelliği veya aşırı utangaçlık olarak değerlendirmiş, bazıları ise bunu bir kişilik bozukluğu kategorisinde ele almıştır. Bu farklı yaklaşımlar, sosyal anksiyete bozukluğunun uzun süre göz ardı edilmesine yol açmıştır.

 

Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireylerin toplumsal ortamlarda yaşadığı duyguları anlamak için şu benzetme yapılabilir: “Bir an için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi, içeride arkadaşlarınızı ve meslektaşlarınızı gördüğünüzü hayal edin. Ancak yere baktığınızda üzerinizde hiçbir giysi olmadığını fark ediyorsunuz.” Sosyal anksiyetesi olan bireyler de benzer bir şekilde, kendilerini büyük bir utanç içinde hisseder, ortamdan kaçıp uzaklaşmak ister, sanki ölecekmiş gibi bir duyguya kapılır ve o anı bir daha hatırlamak bile istemezler.

 

Bu bireyler, genel bir ortamda yemek yemek, telefonla konuşmak, ortak kullanılan tuvaletleri kullanmak ya da başkalarının yanında isimlerini yazmak ve imza atmak gibi günlük aktivitelerde bile yoğun utanç ve aşağılanmışlık hissi yaşarlar. Sosyal anksiyete bozukluğu, bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği sosyal ortamlarda mahcup olacağı veya küçük düşeceği konusunda belirgin ve sürekli bir korku duymasıyla karakterizedir.

 

Bu kişiler, sosyal etkileşim gerektiren ya da bir eylemi başkalarının önünde gerçekleştirmeleri gereken durumlara karşı yoğun bir kaygı duyar ve bu tür durumlardan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendilerini kaygılı, zayıf, dengesiz ya da yetersiz olarak değerlendireceğinden endişe duyarlar. Özellikle, ellerinin ya da seslerinin titrediğinin fark edilmesinden korkarak toplum önünde konuşmaktan kaçınabilirler. Aynı şekilde, düzgün konuşamıyor gibi görünme endişesi nedeniyle başkalarıyla sohbet etmekten çekinebilirler.

 

Başkalarının ellerinin sallandığını fark etmesinden utanç duyacakları için, diğer insanların yanında yemek yemekten, bir şeyler içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler. Bu durum, kişinin sosyal yaşamını ve mesleki performansını ciddi şekilde etkileyebilir, hatta zamanla daha geniş kapsamlı kaçınma davranışlarına neden olarak bireyin yaşam kalitesini düşürebilir.

 

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi) DSM-5 Tanı Kriterleri;

 

  1. Kişinin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması. Örnekleri arasında toplumsal etkileşimler (örn. karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (örn. yemek yerden ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (örn. bir konuşma yapma) vardır.

  2. Kişi olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkar (küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde; başkalarınca dışlanacağı ya da başkalarının kırılmasına yol açacak bir biçimde).

  3. Söz konusu toplumsal durumlar, neredeyse her zaman, korku ya da kaygı doğurur.

  4. Söz konusu toplumsal durumlardan kaçınılır ya da yoğun bir korku ya da kaygı ile bunlara katlanılır.

  5. Duyulan korku ya da kaygı, söz konusu toplumsal ortamda çekinilecek duruma göre ve toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır.

  6. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur, altı ay ya da daha uzun sürer.

  7. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.

  8. Korku, kaygı ya da kaçınma, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.

 

  • Korku, kaygı ya da kaçınma panik bozukluğu, beden algısı bozukluğu ya da otizm açılımı kapsamında bozukluk gibi başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

 

Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa (örn. parkinson hastalığı, şişmanlık, yanık ya da yaralanmadan kaynaklanan biçimsel bozukluk), korku, kaygı ya da kaçınma bu durumla açıkça ilişkisizdir ya da aşırı bir düzeydedir.

 

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) olan bireyler, yaşadıkları korkuların mantıksız veya aşırı olduğunu bilirler. Ancak, eğer korku gerçekten tehlikeli ya da anlamlı bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu durumda SAB tanısı konulamaz. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, kaygı duydukları sosyal ortamlardan genellikle kaçınırlar. Bununla birlikte, yaklaşmakta olan bir toplumsal olay veya başkalarının da katılımının söz konusu olduğu bir durum karşısında, haftalar öncesinden belirgin bir beklenti anksiyetesi geliştirebilirler. Örneğin, bir toplantıya ya da sosyal bir etkinliğe katılmadan haftalar önce sürekli olarak kaygı duymaya başlayabilirler.

 

SAB’ye sıklıkla eşlik eden bazı özellikler vardır. Bu bireyler, eleştirilme, olumsuz değerlendirilme ya da reddedilme konusunda aşırı hassasiyet gösterirler. Aynı zamanda, kendi haklarını savunmada zorluk yaşarlar ve benlik saygıları düşük olabilir. Aşağılık duyguları geliştirme eğiliminde olup, kendilerini yetersiz ve başarısız hissedebilirler.

 

SAB’si olan bireyler, yalnızca sosyal ortamlarda değil, aynı zamanda dolaylı değerlendirmelerin yapıldığı sınavlar gibi durumlarda da yoğun bir korku yaşarlar. Bir topluluk önünde konuşmaları gerektiğinde veya iş yerinde üstleri ya da meslektaşlarıyla iletişim kurarken kaygılanabilirler. Bu yoğun kaygı, iş hayatlarında yeterli başarı göstermelerini zorlaştırabilir. Ayrıca, karşı cinsle ilişkilerde yaşadıkları kaygı nedeniyle, çoğu zaman romantik ilişkiler kurmakta zorluk çekerler ve bu durum evlenmeme eğilimlerini artırabilir.

 

Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, korktukları durumlarla karşı karşıya kaldıklarında panik atağı benzeri belirtiler yaşayabilirler. Ancak, SAB ile panik bozukluğu arasında bazı farklar bulunmaktadır. Panik bozukluğu olan bireylerde genellikle çarpıntı ve göğüste sıkışma hissi ön plandayken, SAB’si olan bireylerde daha çok terleme, yüz kızarması ve ağız kuruluğu gibi belirtiler görülmektedir. Bu farklılıklar, tanının doğru bir şekilde konulmasına yardımcı olmaktadır.

 

Sosyal fobide görülen tipik korkular;

  • Sosyal                                                         

  • Performans

  • Yabancılarla karşılaşma                            

  • Toplum önünde konuşma

  • Otoriteyle karşılaşma                                  

  • Başkaları tarafından izlenirken yazma

  • Toplum içinde yeme-içme                           

  • Toplum önünde müzik aleti çalma veya rol yapma

  • Küçük gruba katılma                                   

  • Gruba rapor sunma

  • Partiye girme                                               

  • Aynı düşüncede olmadığını söyleme

  • Test edilme  

 

Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar;

 

  • Toplum içinde telefonla konuşma

  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma

  • Toplum içinde yemek yeme/bir şeyler içme

  • Yetkili biri ile konuşma

  • Dinleyiciler önünde konuşma/rol yapma

  • Partiye girme

  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma/yazma

  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme/yüz yüze konuşma

  • Yabancılarla karşılaşma

  • Genel tuvaletleri kullanma

  • Birilerinin oturduğu odaya girme

  • İlgi odağı olma

  • Bir toplantıda hazırlıksız konuşma yapma

  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma

  • İyi tanımadığı birine onaylanmadığını/aynı düşüncede olmadığını ifade etme

  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma

  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla birini tavlamaya çalışma

  • Alınan bir malın parasını geri almak üzere iade etme

  • Parti verme

  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma

 

Sosyal Fobi ve Bilişsel Model

 

Sosyal fobi neden yıllarca devam eder? Onu sürdüren mekanizmalar nelerdir? Belirtilerin ortaya çıkması hangi düşüncelerle ilişkilidir? Bu sorulara yanıt bulabilmek için, sosyal fobisi olan bireylerin sosyal ortamlara girdiklerinde zihinlerinde oluşan olumsuz inançları anlamak gerekmektedir.

 

Bilişsel modele göre, sosyal fobinin en temel özelliği, bireyin çevresinde olumlu bir izlenim bırakma konusunda güçlü bir istek duyması, ancak bunu gerçekleştirme yeteneği konusunda belirgin bir güvensizlik hissetmesidir. Sosyal fobisi olan kişiler, başkalarının önünde uygunsuz veya yetersiz bir şekilde davranacaklarından korkar ve bunun sonucunda reddedilecekleri, statü kaybedecekleri veya kendileri için önemli olan hedeflere ulaşamayacaklarını düşünürler. Sosyal fobisi olan bireylerde yaygın olarak kendini değersiz görme, diğer insanları eleştirel ve hayal kırıklığı yaratıcı olarak algılama, beklenti anksiyetesi yaratan olumsuz düşünceler geliştirme, başkaları tarafından gözlenmeye karşı aşırı duyarlılık ve korku, kaçmanın zor olduğu sosyal ortamlardan çekinme gibi bilişsel süreçler gözlemlenmektedir. Ayrıca, yüz kızarması, titreme gibi bedensel belirtilerine karşı aşırı farkındalık geliştirmekte ve bu belirtilerin başkaları tarafından fark edileceğinden dolayı yoğun bir endişe duymaktadırlar.

 

Sosyal fobi ile ilişkili olarak ortaya çıkan en büyük iki sorun, başkaları tarafından olumsuz değerlendirilme korkusu ve kişinin tüm dikkatini kendi içsel süreçlerine odaklamasıdır. Sosyal fobisi olan bireylerde genellikle kendine odaklanmış bir dikkat eğilimi vardır. Başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceklerini düşündüklerinde, iç gözlem yapmaya başlarlar ve tüm dikkatlerini bu konuya yönlendirirler. Kendi beden tepkilerini izlemeye ve kendilerini nasıl göründükleriyle ilgili değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bu dikkat odağının artması, kaygının da yükselmesine neden olur ve bireyin içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirmesini engeller.

 

Sosyal fobide bireylerin sahip olduğu bazı işlevsel olmayan inançlar, bu kaygıyı daha da pekiştirmektedir. Bunların başında yüksek standartlı sosyal performans beklentisi gelir. Sosyal fobisi olan bireyler, herkesin beğenisini kazanmak, hiçbir zayıflık belirtisi göstermemek ve sürekli olarak zarif ve akıllı görünmek zorunda olduklarına inanırlar. Bu tür yüksek beklentiler, kişinin sürekli olarak kendisini baskı altında hissetmesine ve anksiyetesinin artmasına neden olur. Bunun yanı sıra, sosyal değerlendirme ile ilgili yanlış inançlar da yaygındır. Sosyal fobisi olan bireyler, hata yaparlarsa başkalarının onları kınayacağını, insanlarla iyi anlaşamazlarsa aptal oldukları düşünüleceğini ve eğer sevilmezlerse bunun kendi değersizliklerinden kaynaklanacağını düşünürler. Kendileri hakkında geliştirdikleri bu olumsuz inançlar, sosyal kaygıyı artırarak kaçınma davranışlarının pekişmesine yol açar.

 

Sosyal fobisi olan bireylerin, depresif hastalar gibi kendilik değerleri konusunda olumsuz inançlara sahip oldukları görülmektedir. Ancak, depresyon hastalarından farklı olarak, yalnız kaldıklarında bu inançlar ortadan kalkabilir veya belirgin şekilde azalabilir. Sosyal ortamlarda kendilerini yetersiz, garip, başarısız ve çekici olmayan bireyler olarak gören bu kişiler, yalnızken veya güvendikleri insanlarla birlikteyken bu olumsuz düşünceleri taşımamaktadırlar. Eğer yalnız bir adada yaşasalardı, değersiz ve yetersiz bir insan olduklarını düşünmeyeceklerini ifade eden bireylerin büyük bir kısmı, sosyal ortamda bulunmanın olumsuz düşüncelerini tetiklediğini belirtmektedir.

 

Bilişsel modele göre, sosyal fobisi olan bireyler, başkalarının kendileriyle ilgili düşüncelerini çarpıtarak olumsuz yönde değerlendirme eğilimindedir. Kendi sosyal becerilerini küçümser, diğer insanlardan gelen olağan geri bildirimleri olduğundan daha olumsuz yorumlar ve olumsuz sosyal deneyimleri hafızalarında daha fazla tutarlar. Bu durum, sosyal korkuların ve kaçınma davranışlarının artmasına yol açan bir kısır döngü yaratır. Sosyal ortamlara girmekten korktukları için, anksiyete belirtileri gösterirler. Bu belirtiler, performanslarını olumsuz etkileyerek başarısız olduklarına dair inançlarını pekiştirir ve sonuç olarak sosyal ortamlardan daha fazla kaçınmalarına neden olur. Bu süreç, bir süre sonra sosyal becerilerin azalmasına ve sosyal fobinin kalıcı hale gelmesine yol açar.

 

Sosyal fobi yaşayan bireyler, performans gerektiren sosyal durumlarda yoğun kaygı yaşadıklarından dolayı dikkatlerini konuya odaklamak yerine, kendileri hakkında olumsuz düşünceler üretmeye başlarlar. Örneğin, toplum içinde konuşma yapmaları gerektiğinde, “Yetersiz miyim? Rezil olacak mıyım?” gibi düşüncelerle zihinsel mücadeleye girerler. Bu, kişinin asıl konuya odaklanmasını zorlaştırır ve performansını düşürür. Performans anksiyetesi, bazı insanlarda sosyal performansı artırıcı bir etkiye sahipken, sosyal fobisi olan bireylerde bu durum tam tersidir ve performansın bozulmasına yol açar.

 

Sosyal fobinin tedavisinde bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve yeni nesil antidepresanlar oldukça etkili sonuçlar vermektedir. Bilişsel davranışçı terapi, bireylerin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmelerine ve bunları değiştirmelerine yardımcı olarak kaygıyı azaltmayı amaçlar. Bireyin sosyal becerilerini geliştirmesi, kaçınma davranışlarını azaltması ve başkalarının kendisi hakkında düşündüklerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi sağlanır. Aynı zamanda, sosyal ortamlarda rahat hissetmelerini destekleyici bilişsel yeniden yapılandırma teknikleri uygulanır. İlaç tedavisinde ise, serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) gibi yeni nesil antidepresanlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar, sosyal fobi belirtilerini hafifletmekte ve bireyin tedavi sürecinde daha hızlı ilerleme kaydetmesine yardımcı olmaktadır.

 

Bilişsel davranışçı terapi ve ilaç tedavisinin birlikte kullanılması, sosyal fobi yaşayan bireylerde uzun vadede olumlu sonuçlar elde edilmesini sağlamaktadır. Tedavi sürecinde bireyin sosyal ortamlara daha rahat girmesi, kaçınma davranışlarını azaltması ve özgüvenini artırması hedeflenmektedir. Sosyal fobinin üstesinden gelmek için bilişsel çarpıtmalarla çalışmak, korkulan sosyal durumlarla yüzleşmek ve sosyal becerileri geliştirmek, iyileşme sürecinde önemli adımlardır.

Yeşil Zemin

İletişim

- Adres

Suadiye Mah,Vapuryolu Sok.,No:2/1,
Tunç Apt. Kadıköy/İstanbul

- Telefon

Psikiyatrist Dr. Turan Çetin - 0530 500 97 40

Uzman Psikolog Beste Bektaş - 0534 260 23 25

bottom of page