Lacan’da Ayna Evresi, Yabancılaşma ve Ayrılma
- Suadiye Psikoterapi

- 6 Eki
- 3 dakikada okunur

Psikanaliz kuramına en önemli katkılardan biri Jacques Lacan’ın ortaya koyduğu ayna evresi kavramıdır. Lacan, benliğin (ego) oluşumunun Freud’un düşündüğünden farklı bir biçimde geliştiğini öne sürer. Ona göre benlik, doğrudan içsel deneyimlerden değil, çocuğun dışsal bir imgeyle kurduğu özdeşleşmeden doğar. Çocuk yaklaşık altıncı ay ile on sekizinci ay arasında aynadaki yansımasıyla karşılaşır. Henüz bedenini tam olarak kontrol edemeyen, yürüyemeyen, tutunarak hareket eden bir bebek, aynada kendisini bir bütün olarak görür. Oysa bedensel deneyimleri parçalıdır; kollarını, bacaklarını koordine edemez, düşer, sendeleyerek hareket eder. Aynadaki görüntü ise parçalı değil, bütünlüklü bir imge sunar. İşte tam da bu noktada bebek, kendi bütünlük yanılsamasını kurar ve ilk kez kendisini “bir” olarak deneyimlemeye başlar. Lacan’a göre bu an, benliğin temellerinin atıldığı kritik bir eşiktir.
Ancak bu bütünlük hissi yanıltıcıdır. Çünkü aynadaki imge gerçekte çocuğun kendisi değil, dışarıda bir yansımadır. Bebek bu yansımayla özdeşleşirken aslında kendine yabancı bir görüntüyü sahiplenir. Bu nedenle Lacan, egonun kurucu öğesinin her zaman bir yanılsama ve yabancılaşma olduğunu söyler. Ego, öznenin gerçek varoluşunu temsil etmez; aksine, dışarıdan gelen, idealize edilmiş bir görüntünün içselleştirilmesidir. Çocuk aynadaki imgeyi kendisi sanır, ama aslında özdeşleştiği şey kendisinin “öteki” halidir. Bu nedenle ayna evresi, benliğin doğuşunu sağlarken aynı zamanda öznenin kendi kendine yabancılaşmasının da başlangıç noktasıdır.
Bu aşamadan sonra çocuk, benliğini hep bu dışsal imgeye göre düzenler. Yani insanın öz kimliği hiçbir zaman yalnızca içsel deneyimlerden türeyen saf bir öz değildir; her zaman dışarıda kurulan bir imgeselliğe bağlıdır. Lacan burada “ideal benlik” kavramını ortaya koyar. Çocuk, aynadaki bütünsel görüntüye hayranlıkla bağlanır ve bu imgeyi gelecekte olmak istediği “ideal ben” olarak içselleştirir. Ancak gerçek benlik ile ideal benlik arasında her zaman bir mesafe bulunur. İnsan yaşamı boyunca bu mesafeyi kapatmaya çalışsa da tam bir örtüşme mümkün olmaz. İşte bu da yabancılaşmanın kalıcı hale gelmesine yol açar.

Lacan’a göre insan öznesi iki temel süreçten geçer: yabancılaşma ve ayrılma. Yabancılaşma, ayna evresinde başlayan bu dışsal imgeyle özdeşleşme sürecidir. Özne, kendisini ilk kez tanırken aslında kendine yabancı bir temele yaslanır. Böylece varlığının kaynağında hep bir kopukluk hissi oluşur. İnsan kendi özünü aradıkça, aslında hep bir yabancıyla karşı karşıya kalır. Bu nedenle ego, öznenin kendisiyle tam anlamıyla çakışmaz; benlik dediğimiz yapı bir tür yabancılaşmanın sonucudur.
Ayrılma ise yabancılaşmayı takip eden ikinci aşamadır. Çocuk artık yalnızca aynadaki imgesiyle değil, Öteki’nin arzusuyla da yüzleşir. Buradaki “Öteki”, anne ya da bakım veren figürdür. Çocuk, annenin arzusunun kendisine yönelip yönelmediğini, ondan ne istediğini anlamaya çalışır. Bu durum, çocuğu kendi arzusunu inşa etmeye zorlar. Ancak bunun gerçekleşmesi için çocuğun annenin arzusundan kopması gerekir. Lacan burada “Baba” ya da “yasa” figürünü devreye sokar. Baba, sembolik düzenin temsilcisidir ve çocuğun anneyle olan o ilk simgesel birliği kesintiye uğratır. Bu kesinti sayesinde çocuk, kendi arzusunu Öteki’nin arzusundan ayırabilir ve bağımsız bir özne haline gelir.
Bu süreç aynı zamanda öznenin “eksiklik” ile barışmasını gerektirir. İnsan, kendi benliğini kurarken aslında daima bir eksiklikle yaşamak zorundadır. Aynadaki ideal imgeyle asla tam örtüşememesi ve Öteki’nin arzusundan bütünüyle bağımsızlaşamaması bu eksikliğin temel kaynaklarıdır. Ancak bu eksiklik aynı zamanda öznenin kendi arzusu için bir alan açar. İnsan, ne tam olarak bütün ne de tamamen bağımsızdır; ama tam da bu eksiklik sayesinde kendi arzularını kurar ve varoluşunu sürdürebilir.
Sonuç olarak Lacan’ın kuramı, benliğin doğuşunu salt içsel bir gelişim olarak değil, dışsal imgeyle özdeşleşmeye dayalı bir süreç olarak ele alır. Ayna evresi benliğin kuruluşunu sağlar, ama aynı zamanda yabancılaşmanın da temelini atar. Yabancılaşma öznenin kaderi haline gelir, çünkü benlik hiçbir zaman kendisiyle tam örtüşemez. Ayrılma ise öznenin Öteki’nin arzusundan koparak kendi arzusu için bir alan yaratmasıdır. Bu üçlü, Lacan’ın insan öznesine dair en önemli katkısını oluşturur: Benlik, aslında daima eksiklik, yabancılaşma ve ayrışma üzerinden kurulur.
Suadiye Psikoterapi | Bağdat Caddesi
Bağdat Caddesi’nde yer alan Suadiye Psikoterapi, alanında uzman ekibiyle danışanlarına profesyonel ruh sağlığı hizmeti sunmaktadır. Merkezimizde, Psikiyatrist Dr. Turan Çetin ve Klinik Psikolog Beste Bektaş, bilimsel temellere dayalı terapi ve danışmanlık yaklaşımlarıyla hizmet vermektedir.
Psikoterapi, psikiyatri desteği ve bütüncül ruh sağlığı çözümleri için bizimle iletişime geçebilir, güvenli bir terapi süreci için randevu alabilirsiniz.



Yorumlar